Osmanlı'nın değişik bir yüzünü, o dehşet veren yüzünü bu kitapta bir zenci Harem Ağası'nın ağzından dinliyoruz.
Tahta geçen abisinin talimatıyla bütün kardeşleri boğdurulan ve kendi de her an boğdurulacak diye bekleyen yarım akıllı bir şehzade, bir gün Padişah olur.
Padişah oluncaya kadar öldürülmeyi beklediği için yarı deli, kadınlara ilgi göstermeyen yarı ölü bir insan üzerine kurulmuş bir hikaye.
Onu boğulmaktan kurtaran annesi onun hiçbir kadına bağlanmasını istememektedir. Ama birgün Padişah'a bir şeyler olur ve sürekli kadınlarla birlikte olmaya başlar ve daha da ilginci imparatorluğun en şişman kadınını bulmalarını ve haremine katmalarını emreder. Ve Padişah'ın gözü bu dağ gibi şişman kadından başkasını görmez olur. Onun bu haline ve sapkınlığına kızan annesi onu gözden çıkarıp 7 yaşındaki torununu yani Padişah'ın oğlunu tahta geçirip Padişahı sarayda bir yere kapattırıp, üzerine duvar ördürür.
Ona yemek götürme işi ise Harem Ağası'ndadır. Ve bu Harem ağası Padişah'ını taparcasına sevmektedir. Duvarlar arkasındaki konuşmaları ve duygu aktarımı yazarın müthiş üslubuyla ulaşıyor okuyucuya. Su gibi bir kitap. Bir günde rahatlıkla ve zevkle okuyabilirsiniz.
Sultan İbrahim'i anlattığı söylenilen kitabın başlangıcı da oldukça güzel:
Bir
gün köye bir adam gelmiş, köylülere peygamber olduğunu söylemiş.
Köylüler, "Biz sana inanmıyoruz" demişler, peygamber olduğuna
inanmıyoruz, ispat et!" Adam, karşıdaki duvarı göstermiş, "Eğer bu duvar
konuşur da benim peygamber olduğumu söylerse o zaman inanır mısınız?"
diye sormuş, "İnanırız" demişler. Adam duvara dönmüş ve "Konuş ya duvar"
demiş, "konuş ve benim peygamber olduğumu söyle." Bunun üzerine duvar
dile gelmiş ve "Ey köylüler, bu adam peygamber değildir" demiş, "bu adam
sizi aldatıyor, peygamber değil!"
Aslında yukarıdaki girişin anlattığı şey bazen gerçeklerin gerçeküstü biçimde haykırabilme eğiliminde olduğuna atıftır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder