Bugun yazmak istiyorum. Herşeyi ama herşeyi yazmak
istiyorum. Çimenlerde koşarcasına, Juliet’ime sarılırcasına, en sevdiğim
dizinin en heyecanli yerinde bakan gözlerimi açarcasına... Kalbimin içinden
geçenleri, aklımın içinden geçenlerle çarpıştırmak, gerçek ile hayali birbirine
karıştırmak, manzaranın en güzel yerine gidip selam durmak istiyorum.
Elimde şapkamla gelmiş geçmiş bütün insanları,
medeniyetleri, sanat eserlerini görmek, tozlu kitapların içinde ya bir hazine
haritası ya da bir kara büyü bulmak istiyorum. Hazine için gerekli olan kürek
ve kazma zaten hazır... İyice eskimis haritayı elime alarak, sırtımı büyük meşe
ağacına verip 150 adım saymak ve ardından kocaman bir çukur açıncaya kadar
kazmak istiyorum. Çukur ne kadar derin olursa hazinenin değeri de o kadar büyük
olacak. Çünkü bu çukuru açmamin sebebi hazineyi bulmak değil hazinenin yanına
bütün acılarımı ve kederimi gömeceğim...
Hazine işini hallettik sayılır. Kara büyü konusunu düşünmem
gerekecek. Bu konuda fazla bilgim yok. Juliet’im bu konulari iyi bilir aslında.
Ondan biraz bilgi almalıyım. Büyümün amacı hazineyi kimsenin bulamaması.
Bulanın da lanetlenmesi üzerine...
Bütün işlerimi hallettikten sonra zorlu bir yolculuk
başlayacak. Bu yolculuğu engelleyecek birçok güçle karşılaşacağım. En favori
düşmanım ağzından ateş çıkaran ejderha olacak. Klasik aksiyon filmlerindeki
gibi kılıcımla başını kesmek yerine gidip konuşmayı deneyeceğim. Gerçi
konuştuğunda ağzından ateş çıkıp beni yakacağı için biraz uzaktan bağırarak
anlaşmam gerekecek.
Yahu neden kimse konuşmaz bu ejderhalarla... Konuşunca bir
şey yapmıyormuş demek ki. Bir de kahraman olmak için başını kesiyorlar
hayvanın... Ne yazık...
Ahaaa... sırada kızgın sularıyla değişik bir bataklık var.
Buradan ne bir gemiyle ne de yüzerek geçebilirim. Burada durup Anka kuşunu
beklemeliyim. Çağırmak için ise eski savaşçıların kullandığı bir boru var
yanımda. Süper bir şey...Keşke çocukken böyle bir oyuncağım olsaydı. Allah...
Bu yeri göğü inleten kanat sesleri bu kuştan mı geliyor? Sanki havaalaninda
Boeing bekliyorum.
Neyse, yukarısı soğukmuş ama bataklıkta yanmaktan iyidir. Bu
kadar mıydı yani? 15 dakikada Kaf Dağı’na geliverdik. Ulen burası Uludağ kadar
yakınmış. Niye kimse bilmiyor? Evet
şurada bir kulube var. Ağaçların arasında... Her yer karla kaplı ama hiç
üşümüyorum. Şu kapıyı bir çalsam da sorsam ben nereye geldim bu masalda diye...
Tık, tık, tık....
Ve kapı açılır. Koskoca simsiyah gözleriyle Juliet
bakmaktadır. Juliet mutluluğa açılan kapının başında Romeo’ya sarılır.
Ve mutlu sondur bu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder