Masasında oturmuş kalemi kırık bir adamım aslında. Sabır
denilen şey yok birazcık bile.Hemen bir kalem bulmalıyım.Ama ne yazık ki
kalmamış. Eski dostlarım gibi kaldı kalemlerim mazimde. Onları da çok
sevmiştim. İşte sonuncusu da dayanamayıp kırılıverdi. Hayat hep eskitmeler,
kırmalar, ayrılıklar üzerine aslında. Herşey sadece bir anlık yeni, sonra
tozlanmaya başlıyor.Kolumdaki tıkırdayan saati ilk taktığım gün geldi aklıma.
Birkaç günün sonunda o da artık yeni değildi.
Bulutlu bir hava, arada kar serpiştiriyor. Gerçekten de
kasvetli havalarda insanlar daha bir kendisine kalıyor. Pencereden uzaklara
dalarak bakmak bu işin ritüeli sanırım. Bazen havasına da olsa yaptığımı kabul
etmeliyim. Kendimle dalga geçtiğimde kendimi daha da çok seviyorum. Aslında
kendimle derdim yok o kadar. Ya aslında derdim yok. Milyonlarca insanın içinde
bu konuda gerçekten şanslı olanlardan biriyim.
Biraz önce içtiğim çayın dayanılmaz kokusunu aldım yeniden.
Bir daha içsem mi acaba. Yok yok zamanım yok o kadar. Ben en iyisi o çayı
arkadaşımla buluştuğumda içeyim. İnsanın arkadaşlarının olması, onlara zaman
ayırabilmesi ve konuşabilmesi gizlisiz saklısız gerçekten paha biçilemez bir
şey. Saklandığında bazen bu gizlilik yükünü kaldıramayabiliyorsun.
Bu yazıyı yazarken de yazamadığım ne kadar çok şey var diye
kendime hayıflanıyorum. Ama biraz da olsa gizleyebiliyorsam bir şeyleri; bu
beni gerçekten mutlu ediyor. Gizem, içinde her zaman güzellikleri daha fazla
barındırıyor bence.
Bu yazı karlı bir 15 Mart'ta yazıldı; baharı beklerken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder