Büyük ihtimalle yağmur yağıyordu dışarıda. Aralık duran kapıdan gelen serinliğin başka bir nedeni olamazdı. Beklenen yaz yapraklarını dökerek gitmişti. Çalıştığı masadan kalkıp perdeleri açma zahmetine girmiyor yazdıklarından bir türlü ayrılamıyordu.
Kelimelerin büyüsüyle her isteğini, her hayal ettiğini gerçekleştireceğini düşünüyordu. Kelimelerle insanları etkisi altına alabilir, istediklerini yaptırabilir, kendine bağlayabilirdi. 3 gündür evden çıkmıyordu ve 3 gündür telefonu çalmıyordu. Ne o kimseyi merak ediyordu ne de kimse onu.
Biraz kendi başına kalmalı, düşünmeliydi. İleri daha sağlam adım atmak için birazcık gerileme iyi gelecekti. Bu gerilemede kaybettikleri de olacaktı. Kaybetmenin acısını şimdiden kalbinde hissediyordu. Hayat ne garip, bir şeyi kaybetmeden acısının şiddeti tahmin edilemiyor. Ve kaybetmeden kazanmak hiçbir zaman mümkün olamıyor.
Bazı insanlar vardır. Uzaktadır. Ama o uzaktalığı bile varlığının çokluğuyla size enerji verir. Hiç görmeyeceksinizdir onu ve sadece belli belirsiz haberler alacaksınızdır. Bir GPS aygıtının size nerede olduğunuzu göstermesi için 3 farklı uyduyu görmesi gerekir. İnsan hayatı da böyledir. Nerede olduğunuzu bilmeniz için insanlara ihtiyacınız var. Sevdiğiniz insanların fazlalığı sizin yerinizin daha kesin ortaya çıkmasına neden olur. Ama onların sizi sevmesini beklemeyin. Evet kahramanımızın 3 gündür çalmayan telefonu artık kökleriyle birlikte kurumuş, ilk rüzgarda yıkılacak bir ağacı andırmıyor mu?
Hayatımızda birçok kez hata yaparız. Kahramanımız hataları oldukça fazla olan bir adam. Her hatasının değerini ve ona öğrettiklerini ve hatta pişmanlıklarını seven bir adam.
Yeniden yazmaya başladı...
"Bir akşamüstü mutfağa kahve almaya gittiğinde piyano taburesinde çöreklenmiş kedisini gördü. Bardağını piyanonun üzerine hafifçe bıraktı. Kedisini kucağına alıp bir süre sevdi onu.
Gözleri uzaklara dalmıştı notalara bakarken. Saçları simsiyahtı notalar gibi ve yine notalar gibi dalgalandıkça yeryüzünün en güzel müziği çıkıyordu ortaya. Kristal bir kusursuzluk her akşam bu köşede müziğin huzurlu dünyasında yolculuğa çıkıyordu. Çalmaya başladığında önce bir keman sesi sonra birbiri ardına diğer enstrümanlar katılıyordu bu seyahate. Öyle anlar geliyordu ki gözlerini kapıyor, kendini karlarla kaplanmış Ankara'da kimse sokakta yokmuş da sadece kendisi dışarıdaymış ve her adımında karların ezilme sesini duyuyormuş gibi hayal ediyor, huzur içinde kendinden geçiyordu. Müzik, onun hayatıydı. Müzik dışındaki her şeye karşı ürkek, sert ve kendisine yaklaşan her şeye karşı önyargılıydı. Ama haklıydı da. Öylesine ayrılıyordu ki insanlardan, onun bu dünyadan olmadığına rahatlıkla inanabilirdiniz..."
Bugün ondan hiç haber alamamıştı. Dün gece en son onun yazdıklarıyla uyumuştu.
"Mutluluk" , oh neyse ki mutlu geçirmiş bugününü, balonları uçurduğunu söylüyordu. İşte budur, uzaklarda biri mutlu olacak ve o da masasının başında mutlu olacaktı. Gülümsedi...Masa lambasını söndürdü. Yarın işe erken gitmeliyim diye düşündü yatağına girdi ve uyudu.
Sonraki günler kabus gibiydi. Uzun süre haber alamadı. Sonra haber almaya başladım diye sevinirken daha kötü şeyler oldu. Haksız yere bir anda hırçınlaşan o güzel kız saçlarını kesip bağıra çağıra hayatından çıktı.
"İnsanlar" diye düşündü. Gerçek çirkinliğin farkına çok çok sonradan varıyorlar. Karşılıksız sevginin ne demek olduğunu hiç görmedikleri için her şeye karşı ürkek olabiliyorlar. Bu oldukça ince bir çizgi...Çizginin ne tarafında olduğunu fark edememek oldukça kolay.
O hafta boyunca işe gitti ve geldi. Akşamları kitap okurken hep kahramanı onun gibi güzel biri olarak hayal etti. Kırmızı Saçlı Kadını bile simsiyah saçlı olarak hayal etti. Kitapta o kadın tiyatrocuydu ama belki piyano çalmayı da biliyordu. Kim bilir.. Güzel olan her şeyin bir notası var. Ve kahramanımızın müziği ansızın kesildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder