Küçükken misafirliğe gittiğimiz evleri ve yola çıkmadan önce annemin "Orada çivi gibi efendice yanımda oturacaksın" telkinlerini hatırlıyorum.Annem ve babamın yanında çok uslu bir çocuktum ama onların yanından ayrılınca bir canavara dönerdim.
Ama o misafirlikler yok mu? Her gittiğimiz yerde duvarda mutlaka bir dedenin tek ya da bir nineyle sephia resmi olurdu. Ve bazılarında çerçevenin sağ ya da sol altına sıkıştırılmış yine siyah beyaz küçük resimler...
Bizim evde babamın resmi vardı sadece yirmili yaşlarda Ayhan Işık'ın kopyası yakışıklı babamın. Bizim evi diğerlerinden ayıran en önemli şey buydu sanırım.Bütün evler aynı fabrikadan çıkmışcasına aynıydı. Kireç duvarlar ve kahverengi soba borularıyla en fazla 5 farklı şey olurdu.
Sonbaharla birlikte kömür sobalarından çıkan duman bacalarda tüter; şehri keskin bir koku ve grimsi bir sis kaplardı.Kanser olmadan yaşayan mucize çocuklardık biz.
Resimlerde kalmıştık, takvimin yanında asılı duran babamın resminde...
Birgün annemle tartışmıştı babam. Ve o kırmızı sandalyenin üzerine çıkarak o resmi bir daha takmamak üzere indirdi.
O günden sonra çırılçıplak kaldı evimiz. Ne zaman gitsem hep gözüm o duvardaki boşluğa takılır. (Dün gece uyumadan aklıma geldi, o resmi İstanbul'a getirmeliyim. Babasının resmine baktıkça, o güveni hisseden çocuğu korumam lazım)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder