29 Aralık 2015 Salı

Cehenneme Gitme Yöntemleri

zincirlemekazalara..
zincirlemesevişmelere..
zincirlemeintiharlara..
hayatave ölüme..
değil, hepsinin kesiştiği dakikaya
adanmıştır..
cesur inların kitabıdır..
tanrının onayından geçmiştir..


Bazı kitaplar sakıncalıdır. Ve sakıncalı kitaplar olsalar da içlerinde en az 1-2 tane kırıntı olur diye düşünürüm hep. Bu kitapta da sadece 2 güzel bölüm vardı diyebilirim.

Sanki ağır bir uyuşturucu komasına girmek üzere olan bir insan yazmış bu kitabı. Küfürler havada uçuşuyor. Oldukça özgürlükçü düşünen biri olmama rağmen bu tip kitaplarda bence 18 yaş üstü okuyabilir gibi bir ibare konulmalı. Terbiye sınırlarını gerçekten de çok çok aşıyor. Özlemişiz Can Yücel gibi küfredenleri.

Bu bir şiir kitabı mı desek değil, aralarda düz yazılar ve sürekli sarhoşluk hali var. Okuduklarım içinde sadece 1 şiiri sevebildim. Bir kıtası şöyle:


Elimde hiç kullanılmamış bir intikam hissi var.
Hangi aşka soksam onu,
sevgililerin ömrü kısalır,
şiirlerin ütüsü bozulur...

Rothdchild Hanedanlığı

Satranç'ın ardından daha önce uzun süre araştırdığım bir ailenin gerçek hikayesine başladım. Ancak net biçimde söyleyebilirim ki kitap çok yetersiz.

Kitapta ailenin Birleşmiş Milletleri kurma çabalarını ve sonunda kurmalarını ve onun dışında da Amerikan Merkez Bankası'nı kurup (FED) ekonominin yönetimini ele geçirme hikayesini anlatıyor. İlluminatiye bile çok az değinilmekte.

Bu aile ilgili bilgi almak için bu kitap bir başvuru aracı olamıyor maalesef. Bu ailenin ortaya çıkışını ben tapınak şövalyelerinin ortaya çıktığı Haçlı Seferleri'ne kadar bağlayabilirdim aslında. Yani bu kadar yüzeysel geçilecek bir konu değil kesinlikle. Sonra bu ailenin dünyada diğer ülkelere yayılmış ailelerle olan ilişkileri hiç piyasada yok. Koç ailesiyle yenen yemekler, İtalya'da Fiat ailesi Fransa, İngiltere ve Avrupa'nın diğer ülkelerine yayılan para babaları bu kitapta yok.

Mesela yine ilk doları basan ailenin bu aile olduğu gerçeği yok, 1 Dolardaki piramit ve göz işaretinin yani İlluminati sembolünün nerden geldiğini anlatan bir şey yok. Yok oğlu yok aslında.

İngiltere-Fransa savaşını ve Kuzey-Güney savaşlarını bile çok kısa geçmiş. Türkiye'de sağ ve sol görüşü nasıl ajanlarıyla ülkeye yayıp Marshall yardımlarına(yardım değil aslında yüksek faizli borç) muhtaç bırakıldığımıza hiç değinilmemiş. 

Bu tip kitaplarda bol bol kaynak gösterip bilimsel havalara girilmesi biraz anlamsız geliyor bana. Bugüne kadar oyunu kurallarına göre oynamamış Dünya'yı haraca bağlamış ve bağlamaya devam eden bir ailenin belge gösterilerek anlatılması zaten olanaksız.

OECD, FED, Birleşmiş Milletler vs gibi örgütlerin zaten Dünya'nın yarısına sahip bir ailenin diğer yarısına sahip olma ve yönetme girişimi diyebiliriz.

Kısaca son 2 yüzyıldır Dünya'daki savaşların ve ölümlerin önemli bir bölümünün sebebi bu aile ve İlluminati üyesi diğer ailelerdir. Bu ailelerin servetlerinin sadece yarısı bile dünya nüfusuna dağıtılsa açlıktan ölen kimse kalmayacak durumda. Yani bu insancıklar -ki biz bile onlara hizmet ediyoruz- sefalarına ölümler üzerine inşa etmeye devam ediyor.

Satranç



Oldukça mütevazi görünüşünün altında inanılmaz bir hikaye yatıyor. 100 sayfa bile değil ama insana dokunan bir kitap. Bu kitabın diğer özelliği ise yazarın eşi Lotte'yle birlikte intihar etmeden önce yazdığı son kitap olması.

Zweig, savaşa karşı bir yazar olduğu için memleketi olan Almanya'dan kaçıp Brezilya'da sürgün hayatı yaşarken yazmış bu kitabı. Ve Avrupa'da süren savaşların üzüntüsüne dayanamayıp karısıyla birlikte 1942'de intihar etmiş.

Kitap'ta 2 ana karakter ve 2 ara karakter ağır basıyor:

1. Ana karakterimiz Dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic. Bu oyuncu, satranç tahtasını görmeden rakibinin gelecek hamlelerini kesinlikle tahmin edemeyen, hayal etme yeteneği sıfır olan ve kendini beğenmiş, asosyal bir arkadaş.Herşeyden para talep etme gibi bir açgözlülüğü de var tabii.

2.Ana karakterimiz Gestapo tarafından bir otel odasında aylarca hücre hapsine kapatılmışken, bir sorgulama öncesi bekletildiği odada bir Alman subayın cebinden gizlice çaldığı satranç kitabından oyunu öğrenip, aklında kendi kendine binerce kez satranç oynamış ve sonra kurtulup Almaya'dan kaçmış olan Dr. B.

Diğer 2 ara karakter ise New York'tan Buenos Aires'e diğer 2 ana karakterle gemi yolculuğu yapmaktadır. Birisi çok zengin bir adam diğeri ise hikayeyi anlatan ve o muhteşem satranç karşılaşmanın gerçekleşmesini sağlayan hikaye anlatıcı.

Aslında konu çok basit. Ama bu kadar az malzeme ve basit konu ile yazar inanılmaz bir iş yapıyor. Hayal gücü ile gerçekliğin bir savaşı bu. Bir günde bitireceğiniz ve bitirdiğinizde gerçekten güzel kitaptı diyeceğiniz bir kitap.

28 Aralık 2015 Pazartesi

Yerdeniz Serisi-4 Tehanu

Serinin 1. kitaptan sonra en fazla aksiyona sahip kitabı bu diyebiliriz.

Serinin kahramanı Ged'in Athuan Mezarları'ndan birlikte kaçtığı kızla tekrar biraraya gelmesini ve birikte yaşamalarını anlatıyor kitap.

Çevik Atmaca'nın ilk büyücü hocası Ogeon'un ölmek üzere oduğu haberi Tenar'a ulaşır. Tenar, ölmüş olan kocasından kalmış olan çiftliği bırakıp Ogeon'un yanına gider. Ogeon birkaç gün sonra yaşamını yitirir. Ancak ömeden önce Tenar'ın yanında getirdiği ve yanarak ölmekten kurtardığı Tehanu isimli küçük kız çocuğuna herşeyi öğretmesini vasiyet eder.

Ogeon'un ölümünün ardından ejderha Kalessin'nin sırtında yarı ölü yarı canlı Çevik Atmaca gelir. Ancak savaşmaktan o kadar yorulmuştur ki bütün büyü güçleri de o savaşta yitip gitmiştir. Uzun bir aradan sonra Çevik Atmaca düzelmeye başlar, ancak kötülük onları takip etmektedir. Küçük kızı ele geçirmek için birkaç adam Tehanu'nun kaldığı Ogeon'un evine saldırır. Ama Çevik Atmaca onları büyü olmaksızın kurtarır.

Çevik Atmaca'yla bir önceki macerada mutlak Kral olan  Arren, taç giyme töreninde tacını takması için Köşe Bucak kahramanımızı aramaktadır ama kahramanımız kaçmaktadır.

Bu kitapta artık yorulan kahramanımız, Tenar ve ejderha olduğundan şüphelendiğim Tehanu mutlu bir aile tablosu çizmektedir. Sonunda kahramanımız aradığı huzuru bulmuştur.

10 Aralık 2015 Perşembe

Beşpeşe

Bir gün ofisin danışmasından arayıp kargonuz var dendiğinde çok şaşırmıştım. Üzerinde benim çok kitap okumama atıfta bulunan bir not. "İyi okumalar.Deniz"

Kim bu deniz diye araştırırken kargo paketindeki telefon numarasından birlikte iş yaptığım Deniz olduğunu öğrendim. O kadar şık bir hareketti ki gülümseyerek paketi açtım. Güzel kabartmalı bir kapakla 5 ayrı yazarın ard arda yazdığı tek bir hikaye üzerine kurgulanmış bir roman.

Bana kalsa kendimin seçerek alacağım bir albenisi yoktu açık konuşmak gerekirse.

Kitabın ilk yazarı Murathan Mungan'ın yazdığı giriş ve anlatımı oldukça iyiydi. Sek sek sahnesi hala aklımda ve roman kahramanının annesini anlatışı güzeldi.

Roman kahramanımız ilkokul öğrencisiyken annesi 6.kattaki balkonlarından düşerek ölür. Bunun bir kaza mı, cinayet mi ya da intihar mı olduğu gizemini korur. Kahramanımızın ekonomik durumu iyi olmayan bir babası vardır ve bütün eğitim masraflarını çok zengin bir kadın olan anneannesi karşılar.

Annesinin ölümü üniversiteyi bitiren kızın peşini bırakmaz.Polisiye roman yazarı olan sevgilisi bu konuyu araştırıp bu konuda bir kitap yazmaya karar verir. Ancak olaylar o noktadan sonra biraz çetrefillenir.

Murathan Mungan'ın hemen ardından Faruk Ulay gibi tuhaf bir tarzı olan yazarın hikayeyi yönledirmesini mantıklı bulmadım.Yazarın yazdığı bölümler ayakkabı ve otomobil reklamları gibiydi.Sürekli markalardan konuşan rahatsız edici bir tarzı var.

Elif Şafak'ı hep okumak istiyordum ve listeme okunacak yazar olarak girmişti.Burada yazdığı o yaklaşık 50 sayfalık hikayede külliyen soğudum kadından.Bu kadar ağır ve ağdalı bir dil hiç olmamış.

Celil Oker bu romanın gerçek yazar kahramanı. Bir önceki yazarın bütün eksikliklerini inanılmaz akıcılıktaki dialoglarla kapatıp iyi bir iş çıkarıyor.Pınar Kür'ün ayağına o kadar güzel bir pas atıyor ki. Roman artık beklenmeyen bir sonla bitecek heyecanına kapılıyorsunuz.

Ama hüsran. Pınar Kür adını da hep duyardım ama listeme hiç giremeyecek bir isim olarak hafızama kazıdım bile.

5 yazardan sadece 2'sinin bana göre geçer not alabileceği vasat bir roman. Tavsiye etmem.


Duvardaki Resimler

Küçükken misafirliğe gittiğimiz evleri ve yola çıkmadan önce annemin "Orada çivi gibi efendice yanımda oturacaksın" telkinlerini hatırlıyorum.Annem ve babamın yanında çok uslu bir çocuktum ama onların yanından ayrılınca bir canavara dönerdim.

Ama o misafirlikler yok mu? Her gittiğimiz yerde duvarda mutlaka bir dedenin tek ya da bir nineyle sephia resmi olurdu. Ve bazılarında çerçevenin sağ ya da sol altına sıkıştırılmış yine siyah beyaz küçük resimler...

Bizim evde babamın resmi vardı sadece yirmili yaşlarda Ayhan Işık'ın kopyası yakışıklı babamın. Bizim evi diğerlerinden ayıran en önemli şey buydu sanırım.Bütün evler aynı fabrikadan çıkmışcasına aynıydı. Kireç duvarlar ve kahverengi soba borularıyla en fazla 5 farklı şey olurdu.

Sonbaharla birlikte kömür sobalarından çıkan duman bacalarda tüter; şehri keskin bir koku ve grimsi bir sis kaplardı.Kanser olmadan yaşayan mucize çocuklardık biz.


Resimlerde kalmıştık, takvimin yanında asılı duran babamın resminde...
Birgün annemle tartışmıştı babam. Ve o kırmızı sandalyenin üzerine çıkarak o resmi bir daha takmamak üzere indirdi.

O günden sonra çırılçıplak kaldı evimiz. Ne zaman gitsem hep gözüm o duvardaki boşluğa takılır. (Dün gece uyumadan aklıma geldi, o resmi İstanbul'a getirmeliyim. Babasının resmine baktıkça, o güveni hisseden çocuğu korumam lazım)